Mutluluğun Gülümsemesi, 2007

AĞLARDI GECELEYİN ÇOCUKLUĞUM

Duvar kabartmalarıyla yüzünü süsler sokak
basamağın üstüne çocukluğum yeni baştan oturur
babam yaprakta haziran ve her yaprakta ayın ilk kıvamı
annem mevsimlerin tüm yaprağı, menzilini döken
pencerenin demirlikleri durduramaz sefaleti

Oyunun kaynağından peri devşirir dünyamı
çuvalında kendi kaderini öpüp uyanır çizmeli kedi
ejderha ateş püskürtür, dolaba gizlenir dev
masalın sonu gülümseme, dünya hep aynı kalırken
pürüzlü havaya sığınır karga, tilki ve annemin gözyaşları

Yatmadan önce süvari alayı geçer pencerenin önünden
korkan bir yaştayım, korkarım korkanın umudundan
baykuş dalından inmez, çekirge ninni söyler
bir kişneme, bir ilkyaz, keloğlan günahsızlığı
dünya masalsız olsaydı, nasıl ağlardı geceleyin çocukluğum

MUTLULUĞUN GÜLÜMSEMESİ

Ömrüme ara sıra mutluluğun gülümsemesi isabet eder
yağmurun nabzı kurumamış içinde saklandığım sandıkların
kaldırımlarını sökeriz geride bıraktığımız yangınların
ağlar günbatımı gözümde, anahtarı kırarım kederin içinde
oyunu bozulmuş çocuk gördüm üşümemin ortasında
kanat şakırtıları hep yeniden başlar yırtık hırkasında
kaçının emaneti gelip yapışmadı resmime
serçe seker günlerin dipçiğinde, ağlar kız kardeşim
dağılır adımım, fişeği boşalır boyun bükmenin
dinleniyor yeleğinde birinin tebessümü
karbon kâğıdı ufacık öfkesini bırakır süngerin üstüne
ve gece: sakin, terliksiz, ter soğutan anlımda

Yorgun düşmüşün döşeğinde erken kalkmanın sabah saati
geçim derdinin kımıldattığı salkım tanesi baş uçta
karanlığa sarılan börtü böcek, doğanın yasalarını genişletir
gökyüzünün ambarına dokunmama rağmen
varoşların göğü bambaşka, duygu sarılır kekik kokusuna
kentin uzak sahilinde martı seslenir budanmış denizine
iplik iplik ezberlediğim gecekondu dökülür naylon halılara
hışımla ağlar tokasının kopan lastiğinde ablam
bektaşiüzümü dökülür minicik nutuklarına
çamurlu yolculuğun güvertesine iner gezinti
fırtınada esen çocuk, yoksulluğun durağında bekler
bebek ağlamasını duyuyorum uzakta, ölürcesine öksüz

ADLARI ESKİSİNDEN DAHA İNCE

Çocuklar karışmış sürekli kırmızı kalemle karalanan sicilime
hatıramdaki sokak en az iki adım küçülmüş
iki adım büyümüş sevgim bu dokunaklı şafak vaktine
beni döven çaylaklar ağırbaşlı birer ustabaşı
yolun virajları daha keskin, ayrılık hâlâ acımasız
soba eskisi gibi aç kömüre oduna sıcaklığımıza
okul sırası beklemekte ağabeyimin gizli gizli sigara içmesinde
yollardan evler dikilmiş, damlarda sürekli taşlar

Çocukluğumdaki arkadaşları tanımadım, gözlerinde yüzümü görünce
adları eskisinden daha ince, rüyaları virane tümseği
gelişim ayaküstünde bitti, yuvasından hiç uçmadı leylek
hiç geri dönmedi tarih, tohumun kabuğunu soymadı
kaçımız terk etti dünü, bu güne dokunmadan kaçı uzandı sevdiğine
döktü tüm fındıklarını ağaç, toplandı öfke umutsuzluğun yufkasında
parsellenen anıda yeşertmiş içimdeki sevgi, vurma karacayı
bellek kımıltısında öğleüstü, her teşebbüste acımız iç ice
okulun bando takımı hâlâ çalıyor uykularımda

ÇEKMEK MÜMKÜN MÜ SEVDASIZLIĞI

Nereye gidersem gideyim, hangi musluktan su içersem içeyim
izim çözücünün kimyasında bırakır ışığın demir dökümünü
kasket susar, konuşur etin çürümesi, dikerler hikâyelere delgiçle öfke
kimlik fotoğrafı birikir yazıcıların tozlanmış masalarında
nefesin son durağında şemsiyeyi katlayıp bir kenara bırakır bu yaşam

Ustaların günleri de kısaldı, çatlamaya başlamış bastonu
kurumuş müşterilerin getireceği tarçın kokusu
çarçabuk silinir fotoğraftaki iz, dökülür sakalı duvar dibine
duralamadan boşaltır yaşam yüreğimdeki kovayı, sandalye boş kalır
eski imzanın kurşunu dokunmaz kâğıdın diline, geliştirici kelime etmez
yürüyüşüm ağırlaşır çırağı biten mesleklerde, pamuk tarlası gibi dökülür gece
mermerin üstündeki son tarihim sebepsiz kalır, kimse anlamaz tarlakuşunu
dağılır yürekteki vurgunluk, unuturum seviştiğim kadını, yakılır son fotoğraf

Resmini çekmek mümkün mü yüreğimde oynayan özlemin ayak bileklerini
hücreli aynalarda kederi üşüyen kâmilin titremesini surların dibinde
çekmek mümkün mü sevdasızlığı, yaşlanmanın dökülen parmaklarını
ölümü beklemenin bitemez tükenmez zamanını solan bedenin kemalinde

KOŞMAM YURTSUZ

Ne zaman yalınayak çocuk görsem, gerçeğimizin altın bileziklerinde
hayra nasıl yormam gerek bu intiharı hançerlerin eğri ve sivri uçlarında
çorapsız mevsimler geçer gözlerimin önümden
birikir ısırgan otu, zemheri zürafası gibi titrer cıvıltı
bahçesin kırlangıçlı çiti seyrek seyrek sökülür, dökülür açlığım
gülen ağızlarda yavaş yavaş destelenir mahrumluk
varlığıma giren kahpe hayat sırtını döner limanıma

Ne zaman yalınayak çocuk görsem, bizi anlatan fotoğraflarda
bıçak ışıltısı gözleri, masmavi gökte sürüsünü terk eden koyunlar
kıtlık boğazımda düğümlenir, sökülür lodosun ipi
ayağıma batar kupkuru sitem, tortulu hüzün, can verme dirilir
hazır ola geçsem, yaşam copuyla sarılır serçe yuvasına
gülümseme taş olsa da sapanımda, bir sis bombası duyarlılık
kestiğim çam kanatır koşmamı yanık kıyısında resmi mühürlerin