“Dichterbij de Essentie” jubileum, is het gedicht van Ali Şerik opgenomen. 2016

Fotogroep de Essentie bestaat 40 jaar. Met dichters van Vereniging Taalpodium is een jubileumtentoonstelling vormgegeven waarin foto’s worden geflankeerd door een daarop geïnspireerd gedicht.

Daarnaast zal zowel fotowerk uit de begintijd van De Essentie (voorheen fotoclub Zeist-West) als recenter werk worden getoond.

De tentoonstelling ‘Dichterbij de Essentie 2’ is te zien in het Kunstenhuis Zeist, Egelinglaan 2b, 3650TC Zeist van 1 februari t/m 4 maart 2016.

Foto: Betty Bos

Dit gedicht is gemaakt door Ali Şerik op de foto van Betty Bos

OVER
DE HEUVEL

Verlaten en verdwaalde wegen, waar het gevoel
je bekruipt dat er iets ontbreekt. Bij elke stap
wil je verder over de volgende heuvel, tot er weer
een heuvel tevoorschijn komt, waarachter
de weg verdwijnt. In je brein open je een verhaal,
onder de steen van je leven.

Hoe langer je doorloopt over de knarsende
kiezelstenen, hoe zinvoller de wandeling.
Vanuit de horizon waait schoonheid
over het stugge gras naar je toe.
Tijdens zo’n wandeling in oktober
zie je hoe herfst plaats maakt voor sneeuw,
die vanaf de bergen langzaam neerdaalt,
zich uitstrekt over het nog warme landschap.

Op zulke wegen wordt je bagage een slinger,
je kind een vuurtoren en jij de boot in de nevel.
Uitkijken naar iets nieuws wordt doorkneed,
zwijgen draait zijn schroeven aan. Patrijzen vliegen
ineens in de lucht, terwijl leegte opgesloten zit.
In zo’n streek voel je dat pijn haar ogen sluit.
Alleen op zulke plaatsen staat de tijd stil,
aan je innerlijke hemel vliegen alleen kraanvogels.

Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de verzamenbundel van Vereniging Taalpodium. 2017

Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de verzamenbundel van Vereniging Taalpodium.

Als het zo ver is

De rivier stroomt waarheen hij moet
meeuwen zwemmen in de lucht
vissen vliegen over de kade
wolken drijven in de woestijn

stilte is alleen aanwezig als iemand haar waarneemt
als iemand haar laat wankelen met geluid
maar het geluid is ook de stilte
de stilte ook de storm voor het geluid

uiteindelijk blijft niets over
as wordt as
stof wordt stof
de kikkers verdwijnen in de bek van de reiger

uiteindelijk sterft de berg
gras zingt het zeemanslied
in de wolk van droogte een biddende valk
een kind tekent op de wand van de golven

niets blijft over
ook de zon zal vergaan
als het donker wordt
dan zal ik je kussen.

In de verzamelbundel “Heimwee naar huiswerk” is het werk van Ali Şerik opgenomen. 2017

In de verzamelbundel “Heimwee naar huiswerk” is het werk van Ali Şerik opgenomen.

SPREEKBEURT OP EEN BASISSCHOOL

Op de basisschool houdt een kind
een spreekbeurt over de vrede
Eigenaardig voor een kind van tien
dat geen oorlog heeft meegemaakt
Heel voorzichtig zegt het
dat vrede liefde is
Een volwassene zal dit als een cliché beschouwen
ook in de oorlog is er liefde
er wordt volop gevreeën met de bezetters
Het kind zegt
in de oorlog sterven ook konijnen
Blijkbaar houdt dit kind veel van dit soort dieren
Dat zal een volwassene niet denken
die zal eerder zeggen
in de oorlog sterven ook kinderen
Het kind fluistert
er zullen huizen worden verwoest
waarin je niet meer kunt slapen
Een volwassene denkt eerder
waar moeten ze al die ontheemden opvangen
het liefst in de buurlanden
De volwassene weet
dat hij geen buurland heeft dat nu in oorlog is
Het kind laat een landkaart zien
waar de oorlog op dit moment zijn bommen laat vallen
Een volwassene is er meer in geïnteresseerd
welke partij zijn steun verdient
Dan eindigt de spreekbeurt
Een volwassene zal deze spreekbeurt als waardeloos beschouwen
maar toch krijgt het kind een voldoende
omdat de juf bang is om de vrede een onvoldoende te geven

Hollanda’da yaşayan türkiyeli şairler Şiir Antolojisinde Ali Şerik’in şiirler 2018 Balad Şiir Vakfı

Hollanda’da yaşayan türkiyeli şairler Şiir Antolojisinde Ali Şerik’in şiirler, 2018

YORGUN SULAR

Kuşların ve çiçeklerin adlarını teker teker unuturum
artık kesik bacağı taşıyan bir vücut gibi büyüyor kent ve hasta kalbim
dolaşmak istiyor ağustos ortasında bozkırda savrulan kuru bir ot gibi
Betona, taşa, asfalta hapis ediyorum duygularımın yeşilliğini
kurtulmak sanki mümkün değil bu gelişen cilt yarasından
Büyüyen bir dünyaya, küçülen sevgime
kına yakıyorum, zehirliyorum her akşam vakti
gözlerime damlayan samansarsını

Cep telefonlarıyla ziyaret ediyorum
hastanın ziyaretçi bekleyen acılarını
Adlarını ayıklayamıyorum patikaların
vazgeçiyorum koşmaktan, uzaklaşan
dostlukları kuru bir gül gibi asıyorum güneşin altına
Her sabah unutulmak üzere olan
yaşanmamış bir gün intihar eder etimde
kuşların gri kanatlarının altında
Çiçekler kırmızı rengini yitirir
öfkenin karamsarlığında
çoğalan yalnızlığım, tespih ipini koparır kardeşliğin
Unutmak için meydanlarda haykıran sessizliği
hayvanat bahçesindeki hayvanları salarım
kentin içine, ölümlerinden kaçsın diye, benden önce

Günlerdir yürüyorum hiçbir yere varmamak için
uçuruma yuvarlanan bir yolcu aracın sürücüsüyüm sanki
acılar içinde bakıyorum damarımdan damlayana
Orman yangının ilk kıvılcımlarını sarmış
arkadaşlığın külleşen duygularını, şu an
söyleyecek hiçbir anlamlı sözcük yok
olmaz da zaten, artık hep kendim için konuşuyorum
Yakılacak hesaplarım var, duvak duvak tutuşturmak
istiyorum elbisemin içinde unutulan bedenimin zaman dilimini

Duygularım sanki dağdan yuvarlanan koca bir kaya
aşındırıyor kemiklerimi; köle olduğumu
düşünmeye çalışıyorum, emeğinden, böbreğinden başka
pazarlayacak hiçbir şeyi olmayan
Fakat emeğin rengini unuttum, kokusunu da, tadını da
içindeki işçiliğin tasasını da, öfkesini de
Göle yüzme bilmeyen biri gibi atıyorum kendimi
yatağın üstüne, bitkinim; boğulurum diye bir irkilme
yorganın altında, nefes almak için çırpınmaktayım
avucumun içinde pelte gibi gökyüzü
Vücudumu sıtmalara bırakan, katılaşan, yoğunlaşan cinayetler
geri dönmek için kırar grevlerdeki halay zincirini
Gün hasret, kanadını açan kuşların kente yapacağı saldırıya

DÖNÜP BAKTIM DIŞARI

Aynanın karşısına geçip
üstümdeki yeleği çıkartır gibi
öfkeyi çıkardım yüreğimden
Pencereye yaklaşıp baktım dünyaya
dünya hiç değişmemişti
Tekrar yaklaştım aynaya
yüreğimdeki acıyı çıkardım
üstümden kazak çıkartır gibi
Dönüp baktım dışarı
her şey yerli yerinde duruyordu
Bu sever yüreğimdeki sevgiyi çıkartım
merakla koştum aynı pencereye
güneş her zaman ki gibi
aynı görkemiyle orada duruyordu
ısıtıyordu yeryüzünü
Düşüncemi şapkamı çıkartır gibi
çıkardım beynimden
Aynanın karşısından ayrılmadan
başımı çevirip baktım dışarı
Uzaklarda bir şahin uçuyordu
her zaman ki gibi muhteşem ve tek başına
Sonra kapı açıldı
aynanın önünde kalırken
rüzgâr ilk adımın attı içeri
sesin pencereden esip uzaklaştı

İNSAN YÜREĞİ

Engin bir deniz yüreği insan, alabildiğine berrak
içinde levrek, denizkızı, kaplumbağalar yüzer
dalgası can verir otlara, yıldızlara; güneşle beslenir maviliği
soframıza sunar bereketini, fırtına sırtlarken tekneleri
denizatları kıyıdan kıyıya köpüklerinde koşturur
ara sıra uçan balık uzanır denize dokunan gökyüzüne
yüzünü vurur derya perçinleşmiş sahile
işte insan yüreği böyle, karanlık yanı başka şiire

Engin bir orman yüreği insan, kuşanmış yeşilleri
el elde, tohum tohumda döllenir
bir pençe uzanır böğürtlene, geyik izine
bilemem kaç yıldan beri ismini duymadığım çiçek
bey çiçeğini açar, ölümsüzlüğe meydan okurcasına
ormanın gizli yerinde, tenha yerinde yaşamın
işte insan yüreği böyle, karanlık yanı başka şiire

Berrak bir dağ yüreği insan, tanrıların koltuğu oraya kurulur
soğuk suyunda yıkanır efsun
sütunundan kartal uçar, dağ keçileri yerleşir manşetine
serhat bulut bulut yıldızlara dokunur
ya da kurur yolunda düşen esma, ikbal kalmaz
kasvet çoğalır, kenger kurur, bukle görünmez
yamaçlarında yalnızlığın yuvası, dağ kaplanı ölür kayalarında
işte insan yüreği böyle, karanlık yanı başka şiire

İnsan var ki yavrusunun yuvasından kaçışına düşer
emzirdiği geçmişine kilitlenir
insan var ki duyulmayan bir inziva
hasreti zehirli kuşak, mistikli hikaye, teslimiyetçi sefalet
insan var ki sevdada bereketli kıpırdanış, kahredici burcu
bolluğun iğneli oyası, çarşıda gülen iğfal
İnsanım senin sokağını kim böyle döşer
zambakların renginde, dostluğun parmak izinde
işte insan yüreği böyle, karanlık yanı başka şiire

HÜZÜNLE SAÇINI ÖREN KIZA GÖMÜLDÜM

Hüzünle saçını ören kıza gömüldüm
acısını tarayarak dururdu aynanın karşısında
sesin tohumu sokağa değdiğinde, kırmızıya dokunurdu
gazetede bir türlü eskimeyen bilmeceleri çözerdi
darağacın falına bakan haberleri okurdu

Meğer sevdiği ölmüş yenilerek yılların kum fırtınasında
tabutunun başına birikmiş bizim içimizde
yaşanmayan zaman hiçbir şeyi geri vermez
belki biraz acı çekme, biraz yüreğe sıkılan hıçkırık
onun için ağlarken bile güzeldi kadınlar
Zaman yolculuğumuzda akarsu akıp gider
hüzünle saçını ören kıza gömüldüm

Susar mezarlık, gözyaşını döker arkadaşları
yalnız mezar taşında ölüm tarihi
ölmek o kadar çok anlamsız ki
hep herken girer şarkımıza
bazen delgeçin açtığı delikten de anlamsız
hüzünle saçını ören kıza gömüldüm