Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de verzamenbundel van Vereniging Taalpodium. 2007

Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de verzamenbundel van Vereniging Taalpodium.

NIET VOLDAAN

Ik trek eerst mijn jas uit
dan mijn trui, hemd, sokken en mijn onderbroek
dit is niet genoeg, ik moet verder gaan
Scheer mijn zwarte haren op mijn hoofd tot onder de wortels
Vragen breken open, antwoorden vallen weg
Zwijgzaam kijkt mijn moeder naar achteren
Scheer mijn oksels, borst, schaamhaar
zelfs mijn ballen vergeet ik niet
Mijn ogen zijn donkerbruin
met mijn wijsvinger haal ik ze er één voor één uit
Ben niet tevreden, niet voldaan met het aanspoelen
luister naar mijn stem, ik bespeur een dialect
snij het weg met een stiletto
Nog steeds val ik uit de grazende kudde
nog steeds vallen de sterren over de oever
nog seeds trilt mijn hand in de lucht
Mijn getinte hand verraadt mijn gehucht
langzaam doe ik mijn lichtbruine huid uit
loop als een volbloed in mijn schaduw
Nu lachen ze mij weer uit met hun blauwe ogen
omdat ik weer zo anders ben

Şiirde tarihin izleri. Söyleşen: İLAT YENİDOĞAN. 2007

Şiirde tarihin izleri

Söyleşen: İLAT YENİDOĞAN

Eski Broy dergisi

İlat Yenidoğan: Şiir ortamına ilk yapıtınız Yalan Kuyusu’yla* güçlü bir katılımı örneklediniz. Daha ilk şiirlerinizdeki şu dizeler etkileyiciydi: Zamanı geldiğinde yaşlılık ses çıkartamadan / dağılacak kentin son sokaklarında ( s. 7, Korku). Hemen ardından, şiirinizin itici gücünü vurgulayan bir son dize: Ve hep peşimizde olacak tarih. Yaşamınızda ve genel olarak, insan yaşamında tarih bu kadar belirgin mi?

Ali Şerik: Kendi yaşamıma baktığımda tarih sürekli bir gölge gibi peşimden koştu. Bunu daha geniş açıklamak için biraz kendimden söz etmem gerekecek… Yedi yaşındayken bir işçi ailesi çocuğu olarak Hollanda’ya geldim. Çocuk yaşta gurbetin acı tadı damağıma bulaştı. O yaşta çevremdekilere, doğduğum toprakları öğrendiğim yeni dilde anlatmak zorunda kaldım. Altı yıl sonra 1975’te dört yıllığına geri döndüm memlekete. Bu sefer de Hollanda’yı anlattım meraklı insanlara. 1979’dan itibaren hiç ayrılmadım Hollanda’dan. Bu git gel arasında iki ayrı dünya insanlarının sevinç ve kederlerine genç yaşta ortak oldum; onları anlamaya çalıştım. Hep merak ettim, hangi tarihsel koşullar altında toplumların oluştuğunu.
Bugün Avrupalı gençlerin, bunun içinde Avrupa’da yaşayan Türkiyeli gençler de var, tarih bilgileri büyük bir erozyona uğramıştır. Yalnız şu anın plan ve projelerini yaşamaktalar. İkinci Dünya Savaşı’nın ne zaman başlayıp bittiğini bilenlerin sayıları sürekli azalmakta. Ülkesinin geçmişini bilmeyen gençlik daha tez ırkçı ve yabancı düşmanlığına sarılıyor. Hollanda’da çok kültürlü bir toplum yaratmanın yolları tıkanmış, tüm devlet kurumları ve medya tek tip Batı insanını yaratmanın peşinde. Dünyanın neresinde olursak olalım, tarihini eksik veya yanlış öğrenenler, zamanı geldiğinde bunun bedelini ödemek zorunda kalacaklar. İnsan kendisinin ve ülkesinin tarihini, hatta dünyanın tarihini bilmediği an attığı her adım eksik ve yarım kalacaktır.

İlat Yenidoğan: Çok sıcak, içten ve yalın söyleyişler buluyorum sık sık… Bakarken yurdum unutulan sokaklarına / bir kahve fincanın içinde, sığındım eski bir dosta( s.12, Tohum) dizesinde yurt özlemini ve yurdun yadırganışını dile getiriyorsunuz. Yurtseverlik ve ulusallık olgusunu çok tartışıldığı şu sıralarda bu dizenin sizdeki fışkırmasını anlatır mısınız?

Ali Şerik: Ben aslında yurtsuz bir insanim, ömrümün büyük bölümünü Hollanda’da geçirdim. Öyle görünüyor ki buna daha nice yıllar eklenecek. Yaşadığım toplumdaki kimi insanların bana hep, “Yurdumda ne işin var, ülkene artık geri dön!” dercesine baktıklarını gördüm. Tatilde doğduğum topraklara geldiğimde beni bir Almancı olarak değerlendirildim; nedense Türkiye’de de yabancıyım. Her insan doğduğu, yetiştiği, yaşlandığı topraklara vatanım, yurdum deme hakkına sahip. Çağdaş insanın sınırları zaman ilerledikçe azalmakta… Dünyaya bakan gözler arasında binlerce kilometre olmasına rağmen, aynı dünya sorunları çıkıyor karşımıza, gittikçe aynı düşünce ve duyguları paylaşıyoruz. Bazen kendi kendime soruyorum: Yurtsuz insan toprağa nasıl sahip çıkar?.. Bana gelince: İçimde Anadolu’ya hep derin özlem taşıdım.

İlat Yenidoğan: Pek çok kez, aynı dizede bireyselliği olduğu kadar toplumsal çıkmazı da vurguluyorsunuz: Hangi soruya cevap bulabilirim ki / cevaplar sarılmışken susmaya (s. 15, Oda) örneğinde olduğu gibi… Yine şu dizeler, Yalan Kuyusu’ndaki yüzlerce benzeri arasından aynı örtüşmeyi yansıttığı düşüncesiyle seçtiklerim.Yeleğimin içinde her gün biri intihar eder (s. 17, Zaman)…, Kim örebilir işçilerin korkusundan grevi (s. 20, Kedi)…, Kar resim gibi titremeden durur / bulutun ve şarkının arasında (s. 22, Cevap)…, Sabaha karşı / dünya kendi eşkıyalığı ile uyandı / Bir horoz öttü sabahtan önce karakolun önünde (s. 30, Günlerde)…, Okunmadan yakılacak mektupları kim yazar (s. 36, Mektup)…, Şimdi hangi kelimelerle ve nasıl öpmeliyim konuşan insanı / dudaklarımı yakmadan (s. 50, Kelime İşçisi)…, Ve unutmak ufak adımlarıyla takılır peşimize (s. 56, Unutmak)… Soru şu: Bireyin açmazları toplumsal olanla aynı sarmalda mı yer alır hep?

Ali Şerik: Bireyin kendi kabuğuna çekilip tüm sorunlarını çözeceğine inanmıyorum. Birey kendi mücadelesini verdiği sırada toplumsal mücadelede oluşan zincire de katılmalı, başka insanlarla el tutuşmalı. Önümüzdeki engellerin, açmazların, nerede olursak olalım, görüyoruz ki birbiriyle organik bağ var. Önemli olan bu organik bağın gücünü, onu doğuran koşulları ve engelleri saptamak. Hollanda işçi sınıfı ile Türkiye işçi sınıfı arasında birçok organik bağ var. Bir örnek: Küresel ısınma toplumda herkesin kapısını çalan bireysel sorun olmuştur. Gözlerimizi ve kulaklarımızı tıkarsak, sorunlarımızı sırf bugün için çözmeyi düşünür de yarınları umursamazsak geçici bireysel çözüm belki mümkün olabilir. Fakat bireyin kalıcı mutluluğu insanın yanı başkasının ve de herkesin mutluluğundan geçer. Huzur içinde yaşamamız ancak etrafımızdaki insanlar huzur içinde yaşadığında gerçekleşir… Birey, sorunlarını çözebilmek için uçurumları aşarak tek basına tek başına en büyük dağın doruğuna tırmanabilir, ama aşağıya indiğinde hiçbir şeyin değişmediğini görmekten daha acı ne vardır?

İlat Yenidoğan: İkinci kitabınızda** şiirsel gövdenin içerik ve biçim yönünde genişlemesini izliyoruz. Bu arada Seyyit Nezir, Sevdanın Yırtılan Yeri kitabınızı değerlendirirken “yanlışından kaçmayan şair” diyor sizin için… Bu niteleme hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Ali Şerik: Aslında hakkımda konuşmayı pek sevmen, bunu başkalarına bırakmayı yeğlerim. Ama özeleştirilerden de kaçmam. Her geçen gün yeni şeyleri öğrenmeye özen gösteririm, tabii işçiliğim ve sıkıntılarım buna izin verirse. Hayatımda herkes gibi yanlışlıklarım da oldu, yaptıklarıma gülüp geçmedim, gizlemedim de. Bu yanlışlıkları hep yanımda taşıdım, sürekli onlardan bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Şu kanıya vardım: Yalnızca doğruları yaptığını sananlar ve bir de onları alkışlayanlar varsa, bir gün alkışların büyüsüne kapılıp doğrunun yolunda engel olup çıkarlar… Dünyaya bakan penceremi sürekli açık tuttum, ama ne zaman kapatmak gerektiğini de öğrendim. Fırtına koptuğunda pencereyi ara sıra açık tutmanın da gerektiğini, hatta güneşli bir havada kısa bir süre için kapatmanın bir sakıncası olmadığını öğrendim. İnsan ancak son nefesinde verdikten sonra hatalarından kurtulur… Buna karşın yeni yanlışlıklarımı engellemeye çalışmaktayım, sokakta koşan bir çocuk gibi.

İlat Yenidoğan: Şairin işi imge avcılığıdır, okuyucuysa dize avlar. Altını çizdiğim dizelerden birkaçını daha anımsatarak dize işçiliğine gelmek istiyorum. Kendi öfkem çıktın karşıma, aklın gömüldüğü toprağı çapaladı (s. 27, Aynı Sevincin Çayı İçilir)…, Sana hiçbir türkü söylemedi mutsuzluğum (s. 65, Kalkmaz Ara Sokaktan)…, çürüyerek beden hiçbir hatıra geride yalnızlık çekmeyecek (s. 82, Yeryüzü Güzelliklere Hazır)…, Bir imgeyi yakaladıktan sonra mı şiiri kuruyorsunuz, şiire çalışıyorken önünüze çıkan imgeyle mi yöneltiyorsunuz.

Ali Şerik: İmgeyi yakaladıktan sonra şiiri kuruyorum. İlk imge, şiirin yolunu ve kaderini belirler. Hangi duraklara, yolculuklara, acılara, hüzünlere uğrayacağını bilir. Sonra önüme başka imgeler çıkar, ilk kez dizginlenen bir at gibi. Bir terzi gibi biçip ölçerim, kesip kısaltırım, yeniden kesip uzatırım şiirin kollarını. Bir Bakmışsın olmamış, yeniden sökersin dikişleri. İlk imge binanın temeli gibi çatının ağırlığını ve genişliğini bilir. İmge avcılığına çıktığımda sırt çantamı çiçeklerle, kuşlarla, sokağımla, evimle, sevdiklerimle hatta sevmediklerimle doldururum. Silahım kimi zaman sevdadır, özlemdir; kimi zaman da acıdır kederdir.

İlat Yenidoğan: Günümüzde görsellik her türlü iletişim için vazgeçilmez oldu. Siz de şiirinize görsel olanaklarla destekleme gereksinimini duymuş olmalısınız. Nitekim Gülağa Kazankaya’nın fotoğraflarıyla birlikte okura sunulan Mutluluğun Gülümsemesi*** üçüncü Türkçe şiir kitabınız oldu, okurla buluştu. Şiirsel imgenin, şiir sözdiziminin görsel dayanışmaya gereksinmesi var mı? Yoksa bu aynı zamanda bir karşıçıkış mı? Uzaktan uzağa, Nazım’ın sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin dizlerine de gönderme var gibi… Peki niye fotoğraf?

Ali Şerik: Önce fotoğraflar vardı sonra onlardan esinlenerek şiirler döküldü kâğıda. Fotoğraflar olmasaydı Mutluluğun Gülümsemesi yazılmayacaktı. Şiiri yazmakta bir tıkanıklık anlamında değil, şiirin görsel dayanışmaya aslında ihtiyacı yok. Bu bir sanatsal deneme girişimi. Değişik sanat dallarının birleşimlerini de bir zenginlik olarak görüyorum. Burada Gülağa Kazankaya’nın yakaladığı görüntüleri kendi dünyama özümseyerek bende yarattığı imgelerle yeniden canlandırdım. Her fotoğraf, yaşamımda kesitler gibi bir bir kendileri için yer buldu.Fotoğrafa baktıkça beni anlatan, dünyamı canlandıran resimler olduğunu anladım. O cansız görüntüler şiirde yeniden canlandılar. Fotoğrafları şiir kitabında yer almasaydı, sanırım okura fotoğrafla şiirin evliliğini somut olarak gösteremezdim. Şiirler fotoğrafın karşısında sorgulanamazdı. Fotoğrafla olan çalışma başta kendi sınırlarımı da genişletmek için güzel bir deneyim oldu.
Başarılı olup olmadığıma şiir severler karar vermeli.


İlat Yenidoğan: Herhangi bir güne ilişkin izlemler, zaman ve yaşam kırıntıları yer alıyor kitaba adını veren şiirde: dinlenir yeleğinde birinin tebessümü / karbon kağıdı ufacık öfkesini bırakır süngerin üstüne (s. 9, Mutluluğun Gülümsemesi) Ne diyorsunuz, sözcüklerle resim çizme çabası mı? Çocukluğumdaki arkadaşları tanımadım, gözlerinde yüzümü görünce (s. 11, Adları Eskisinden Daha İnce)…, Tatil ve hafta sonunda gizlice o manzaraları çıkartırdım ceketimin iç cebinden ( s. 25, Öfke de Bir Gün Göçer)…, Yitirme korkusuyla omurgamı asıyorum hücrenin tavanına (s. 93, Telörgünün Ortasında) vb yüzlerce dizenin hep tek satıra sığmayan uzunluğu her dizede bir resim tamamlama çabasının mı bir sonucu?

Ali Şerik: Bu uzun dizeler aslında resmi tamamlama çabası değil, bu uzun dizeler kendimi tamamlama çabası. Sokakta yürürsünüz ve tanımadık bir yerden gelen nefis koku sizi alıp götürür unutulan zamanlarda yenilen mükemmel bir yemeğin anısına. Ya da küçük bir oyuncak görürsünüz, çocukken öylesi bir oyuncakla oynadığınızı anımsarsınız ve birkaç saniyeliğine geri dönersiniz o güzel günlere.
Fotoğraflara baktıkça çocukluk arkadaşlarımı hatırladım, artık hiçbirini tanımıyorum. Ya da dere kenarında çay kaynatmalarımızı, belki o dere çoktan kuruyup gitti. Böylece daha pek çok örneği sıralayabilirim, ama buna gerek yok sanırım. Her okur kendisini arasın şiirlerin ve fotoğrafların içinde… Fotoğraflar benim dünyamdaki gökkuşağını, bulutları, eziklikleri, yoksullukları, yalnızlıkları tekrar uyandırdı. Dünyamdan çıkıp şiirleri yazmaya çalıştım, çünkü şiir yazıldıkça kendimi buldum dizelerin içinde. Şiirler yazıldıkça beni terk ettiler.
İlat Yenidoğan: Sonuçta şöyle bir yargıya varabilir miyiz?: Şiiriniz Türkiye’deki sıcak şiir tartışmalarının dışında duruyor, ama onlardan büsbütün kopuk da değil. Bir tür teğet çiziyor. Bu sonucun yaşamınızla bağlantılı olduğunu da söylenebilir mi?

Ali Şerik: Bu sonucun elbette yaşamımla bağlantısı var. Hollanda’da yaşıyor orada çalışıyorum. Buradaki politik gündem Türkiye’dekinden farklı: yabancı düşmanlığı, ırkçılık, asimilasyon, kaybolan sosyal haklar… Türkiye’deki tartışmaları yakından izleme olanağına her zaman sahip değilim. Aynı zaman Hollandaca şiir kitaplarım da var. Buna karşın ekmek kavgası zamanımın çoğunu süpürüp götürmekte. Şu an şiir tartışmalarının dışındayım; ama tartışmaları izlemiyorum anlamına da gelmez bu.
Hollanda’da yapılması gereken ilk iş, şiir tartışmasını bir an önce başlatmak, yaşatmak, can vermek olmalı. Bugün Hollanda’da şiir konuşulmadan, tartışmadan yazılmakta, şiir kitapları basılmakta. Bir eleştirmenimiz bile yok.

* Yalan Kuyusu, Ali Şerik, Broy Yayınları, Mart 2005
** Sevdamın Yırtılan Yeri, Ali Şerik, Broy Yayınları Mayıs 2006
*** Mutluluğun Gülümsemesi, Ali Şerik, Broy Yayınları 2007

Mutluluğun Gülümsemesi’nin yayınlanmasi üzerine Ali Şerik ile söyleşi. Söyleşen: İbrahim Eroğlu. 2008

İbrahim Eroğlu

MUTLULUĞUN GÜLÜMSEMESİ”NİN YAYINLANMASI ÜZERİNE ALİ ŞERİK İLE BİR SÖYLEŞİ

Söyleşen: İbrahim Eroğlu

-Broy Yayınları arasından çıkan ‘Sevdanın Yırtılan Yeri’ ve ‘Yalan Kuyusu’adlı şiir kitaplarınızdan sonra; şimdi de, yine aynı yayınevinden ‘Mutluluğun Gülümsemesi(*)’ adlı bir şiir kitabınız çıktı. Bu vesile ile bize kendinizi tanıtır mısınız?

Sivas’ın Divriği kazasına bağlı küçük bir köyde, bundan 45 yıl önce dünyaya geldim. Yoksulluk bizim oranın insanını genç yaşta gurbete zorlamış. Önce Divriği’deki maden ocağında çalışmışlar, peşinden yolları Ankara, İstanbul’a uzanmış. Buda yetmemiş Almanya’ya, Belçika’ya ve Hollanda’ya kadar ayrılıklarını, acıların, hasretlerini getirmişler.
Bana gelince; gurbete çıkan çocuklar arasında sanırım ilk sırayı almaktayım. Bundan 38 yıl önce Hollanda’ya işçi ailesi olarak geldim. Erken ayrıldım memleketten, toprak daha yeni beslemeye başlamıştı çocuk kimliğimi. Töre ve örflerle yeni tanışmaya başlamıştım ki, ayrıldım ağırbaşlı ve yoksul yaşamdan.
Hollanda’da elektrikle, musluktan akan suyla, televizyonla ve yabancı olma duygusuyla tanıştım. 1975’de dört yıllığına Türkiye’ye geri döndüm. Tekrar tanıştım Anadolu’yla. İlk öykü kitabım olan, Fakir Baykurt’un Onbinlerce Kağnı’sını aldım. Peşinden Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, A. Kadir, Kemal Özer gibi nice şairlerin kitapları izledi. İlk şiirlerimi o yıllarda yazmaya başladım. Şiirler ilk önce Hollanda’da yayınlanan Türkçe dergilerde çıktı, sonra Türkiye’ye sıçradı. Hollandaca şiirlerde yazmaktayım, ‘Schreef’ adlı dergide yayınlanmakta bunlar. Kısacası: şairim, dört çocuk babası ve ekmeğini işçilikle sağlayan biriyim, yanı şair ve işçiyim anlayacağımız.

-Uzun bir süre önce “Regenboog” (Gökkuşağı) adlı bir şiir kitabınızı Hollandaca yayınlamıştınız. O kitapta çeşitli kişilerin anlattığı öyküleri şiirleştirmiştiniz. “Mutluluğun Gülümsemesi”ndeki şiirler, Gülağa Kazankaya’nın fotoğraflarına yazdığınız şiirlerden oluşuyor. Bu bağlamda, bize Ali Şerik’in şiirinin beslendiği kaynaklar hakkında bilgi verir misiniz?

Şiirlerimi besleyen kaynakların başını insan çeker. İnsana olan bağım çocuk yaşta başladı. Yetmişli yılların başında Hollanda’da Türkçe yayın yapan radyo yoktu, babam ve annem Almanya’dan akşamları yarım saat yayın yapan Köln radyosunu dinlerlerdi. Bir akşam vakti Deniz Gezmiş’in idam edildiğini duyunca oturma odasına derin bir sessizlik çöktü ve annem sessiz sessiz ağlamaya başlamıştı. Oysa annem ne Deniz Gezmiş’in hakkında bir şey okumuş ne de mücadelesi hakkında bilgisi vardı. Tek bildiği insandan yana olan tavrıydı. İnsanin insanca yaşama, düşünme, özgür olma hakkına sahip olması için canını vermesiydi.
Bu insan kaynağı sanırım annemin gözyaşlarından bana bulaştı. Bundan dolayı şiirlerimde insan manzarasının, kederi, hüznü, acısı, ve sevinci eksik değil.
Artık yüksek sanayileşmiş toplumlarda tek kültürden söz etmek mümkün değil, yaşadığım kentte bakarsam, doksanı aşkın kültür bir arada yaşamakta. Çok renkli toplum olmasına rağmen, özgür düşünce bakımdan rengini yitiren bir toplum da olmaya başladı. Sanayiye hizmet etmeyen tüm düşüncelerin muslukları da kırılmak üzere. Aynı anda bu kültüler üzerinde yoğun bir asimilasyon saldırısı var. İnsan burada manevi baskının içinde, kimi buna karşı mücadele etmekte, kimi de teslim olmakta. Benim işim o duyguları, düşünceleri, rüyaları, vatan hasretini, sınıf mücadelesini dile getirmek. İnsanlar ve ülkeler arasındaki sınırları kırmaya çabası deyin.

-“Mutluluğun Gülümsemesi” okura “Mutluluğun resmi”ni çağrıştırıyor. “Her Adım Gençlik”başlıklı şiirinizi; “ah bir de dönüp baksa hayranına, bırakın şiiri, bir de roman okusa” dizesiyle noktalıyorsunuz. Sözcüklerle mutluluğun resmini mi yapıyorsunuz?

Mutluluğun resmin yapmak sanırım mümkün değil, kuşkusuz hepimizin mutluluğun tanığı olmuşuzdur ve sürekli oluyoruz da. Fakat düşünen insan için mutluluğun uzunluğu gittikçe kısalıyor. Evin içinde yüreğiniz gülerken, televizyonda ya da gazetede okuduğunuz bir haber karabasan gibi çöker yüreğinize. Dışarı çıkarsınız sakın bir gezinti için, etrafınızda koşan, stresli, tedirgin, bunalımlı, namlunun ağzındaymış gibi insanlarla karşılaşırsınız. İnsanlarla sohbet etmeye kalkarsanız, konuşulan konu; para, içki, borsa, kadın kız ayakları gibi konular yolunuzu keser. Bunun yanında Hollanda’da yabancı olmamın ezikliği, Hollanda devleti ve medyanın yabancı düşmanlığın körükleyen politikasında mutluluğun resmini ve şiirini yazmak pek mümkün de değil. Bu gün Hollanda’da yabancı düşmanlığı, burada bizim gibi yaşayan yabancıların arasında da çoğalmakta. Türkler Fazlı’ları hor görmekte, Fazlı’lar Suriname’ları horlamakta, İran’dan gelen Afrikalıya biraz düşman. Hollandalı da bu topraklar içinde yaşayan her yabancıya biraz önyargılı ve kuşkuyla bakmakta. Buna rağmen mutluluğun insanların birliğinde ve kardeşliğinde yattığında hâlâ inanmaktayım, ıssız bir adada yaşamayı her zaman ret ettim.

-BOP çerçevesinde 22 ülkenin sınırlarının yeniden çizileceği artık bir sır değil. Dört yanı hüzünle çevrili ülkemiz ‘sınırları değiştirilecek 22 ülke’ arasında yer alıyor. Siz, bir ozan duyarlılığıyla “mayınları ilk önce içimize gömer savaş” hatırlatmasını yaptıktan sonra “Herkesin bir teknesi olmalı koca okyanusta batırmak için” diyor ve başka bir şiirinizde ekliyorsunuz: “Barış Elbet Mümkün”
“Yeni bir Haçlı Seferi”nden söz edenler; “3. Dünya Savaşı”kavramını telaffuz etmeye başladılar bile. Buna rağmen, barış ‘hâlâ’ mümkün mü?

Barış elbet mümkün. Şunu da unutmamak gerek; barışında bir mücadelesi ve savaşı var ve olmalıda. Bugün dünya yeni bir sermaye saldırısını içinde, bu saldırı içinde duyarlı bireyleri örgütsel hayattan koparma çalışması hızlı bir tempoda gelişmekte.
Bu gün Hollanda ordusu Afganistan’da aktif ve orada Hollanda sermayenin temsilciğini yapmakta. Taliban’la savaş adı altında Amerika’yla pastayı bölüşme çabası her gün daha da netleşiyor. Filistin sorunu, Irak sorunu ve kendi yaşamımızın bir parçası olan Kürt sorunları çözmedikçe barış uzakta olacak kuşkusuz. Savaşı ret etmek ve barışa evet demek yine kitlelerin elinde. Artık sınırlar daha çok insanların kafaların içinde yaşamakta. Ülkeler arasında işçiler, memurlar ve emekçiler aynı barışın mücadelesini vermedikleri takdirde savaşın dumanları eksik olmayacak okuduğumuz haberlerde. Aynı anda dünyadaki sol hareket kendisini yenilemeli ve ‘3. Dünya Savaşı’ kavramını telaffuz edenlere karşı yeni bir gövde oluşturmaları gerekli. Savaşın ortasında olmamıza rağmen, son olarak şunu söylemek isterim; nerede umudunu yitirmeyen insan varda, orada barış hâlâ mümkün. Bunu yapabilmek için rahat, güvenilir, sıcak, rizikosuz yaşamımızı ara sıra bir kenara yitmeye hazır mıyız?

(*)Mutluluğun Gülümsemesi, Ali Şerik, Broy Yayınları, şiir, 93 sayfa

İki kez göçmüş, İki dilli şair: Ali Şerik. Söyleşen: Atilla İpek 2008

Atilla İpek

Oda Sanat Dergisi. 01 Haz 2008
İki kez göçmüş, İki dilli şair: Ali Şerik
Söyleşen: Atilla İpek

Hollanda’ya geldiğimde devam ettiğim uyum kursunda, bize Utrecht’in Hollanda’nın ortası olduğunu öğretmişlerdi. Hollanda’nın sosyal ve coğrafi yaşamı hakkında ders veren çok sevecen (ne de olsa Brabant’lıydı) bir hocamız vardı. ‘Utrecht’e bayılırım’ derdi, ‘hele hele istasyonuna, havaalanı gibidir, canlıdır, hareketlidir’. Daha sonraları ben de hep aynı şeyleri hissettim Utrecht için.

Hafta içiydi ve iş çıkışı telaşı istasyonda hissediliyordu. Günde yüzellibin kişinin uğrak yeri olan Hollanda’nın bu en büyük istasyonunda çalışanlar, öğrenciler, turistler, gelenler, gidenler birbirleriyle yarışıyorlardı.

Netekim istasyonun üstteki büyük salonunun 15. peronu civarlarında Ali Şerik’le buluştuk.

Birlikte istasyondan çıkıp şehir merkezine doğru yürürken bir yandan da ‘Merhaba? nasılsınız’la başlayan? hızla senli benli olan sohbetimize koyulmuştuk bile.

Ali Şerik, 1962 Divriği doğumlu, ama daha genç gösteriyor. Babası 1966 yılında Hollanda’ya gelmiş ve 1969’ta Ali Şerik’i Hollanda’ya aldırmış. Altı yıl Hollanda’da kalan Ali 13 yaşındayken tekrar Türkiye’ye gönderilmiş. 1975-79 yıllarında üç yıl Sivas’ta, bir yıl da Ankara’da kalan Ali, Ankara yıllarında edebiyata ve şiire ilgi duymaya başlamış. Fakir Baykurt’un ‘Onbinlerce Kağnı’ okuduğu ilk kitaplardan. Onaltı yaşlarında gelişmeye başlayan bu edebiyat tutkusunu Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Aleksandr Puşkinler beslemiş, gaz vermişler.

O yıllardan kendi sitesinde şöyle bahsediliyor:
1974 yaz tatilinin sonunda, bavullar tekrar yerleştirilirken, köylü komşular hediyelik peynir, tarhana, kaymak, bulgur gibi yiyeceklerle doldururken minibüslerine, öğrenir Türkiye’de kalacağını. İşte o zaman anlar tatil giysileri neden bu kadar çok olduğunu.
Başka bir köyde, halasının yanında yerleşir. Burada ne televizyon, ne musluktan akan su, nede futbol sahası vardır. İlk haftaları sevmemiş yeni yurdunu, kendisini tekrar gurbette hissetmis. Üzüntüsünü ve kederini yeni arkadaşları, güvercinler dağıtmış. Tekrar sevmeye başlamış küfürleri, geceleri ışıksız tozlu sokakları, su testilerini, traktörleri, kışın damlardan kar sıyırmasını. Sonra Ankara’ya gider dayısının yanına, orada romanla, öykülerle, hikâyelerle tanışır, şiirle tanışır.

1979 yılında Hollanda’ya ikinci göçü gerçekleşmiş Ali Şerik’in. Hem okumaya hem de çalışmaya başlayan Ali Şerik 1982 yılında okulu bırakmış ve tamamen çalışmaya başlamış.

O yıllarda ilk şiirleri Hollanda’da çıkan İlke ve Sesimiz dergilerinde yayınlanmaya başlamış.

1993 yılında ilk şiir kitabı çalışması kendi olanaklarıyla ‘yarım yamalak’ yayınlanır Ali Şerik’in. O ara Hollandaca şiirler de yazmaya başlar. Utrecht’te çıkan ‘Schrijf’ dergisinde çıkar şiirleri. 1999 yılında ilk Hollandaca şiir kitabı çıkar proje kitabı : ‘De Regenboog’. Onun ardından ikinci şiir proje kitabı gelir “Kleuren uit 2000” 2000’den Renkler.

2001 ve 2006 yılları arasında Amersfoortse Courant gazetesinde haftalık köşe yazıları yazar Ali Şerik.

2005 yılı geldiğinde ilk Türkçe şiir kitabı Broy yayınevinden çıkar: ‘Yalan Kuyusu’. Kırk küsür şiir içeren bu kitabı 2006 yılında ikinci Türçe kitap takip eder:’Sevdanın Yırtılan Yeri’. Bu kitap da Broy yayınevinden çıkar. 2007 yılında yine Broy yayınevinden üçüncü kitabı yayımlanır Ali Şerik’in. Bu kitabta 44 şiire Hollandalı Türk fotoğrafçı Gülağa Kazankaya da 44 adet birbirinden şiirsel fotoğrafıyla katkıda bulunur. Bu son kitap okuyucuyu fotoğraf ve şiirler eşliğinde duygu seline katıp sürüklüyor.

Ali Şerik’le Utrecht’in meşhur ‘eski kanallarının’ kıyısında, kalabalık bir sokakta kanala bakan bir masa bulduk ve hemen çöreklendik. Kitaplarından ve projelerinden bahsettik. Hollanda’da diğer etnik azınlıklar bol bol yazar ve kitap çıkarırken biz Türklerin neden geri kaldığından dert yandık.

Hollanda’da Türkçe yazan yazar ve şairlerin genel yakındığı bir konudan Ali Şerik de muzdarip: Yurt dışında yaşıyor olmak. Türkiye’de tanıtım ve okurla iletişim eksikliği çeken ‘gurbetçi’ yazar ve şairler Hollanda’da daha çok tanınıyorlar ama buradaki okur sayısı maalesef çok az. Derdini, sevincini, aşkını, isyanını Türkçe anlatan birinci ve ikinci kuşak belli bir sayıda yazar ve şair çıkarmışken, Hollanda edebiyatına eser kazandırmış (üçüncü kuşak) Türk yazar ve şair bir elin parmaklarını geçmiyor henüz maalesef.

Ali Şerik’le şiir sohbetimiz Hollanda’daki Türk Edebiyatının sorunları üzerinde bir dertleşmeye dönüştü. Sonra dünyanın dertlerine düştük ki meğer Ali Şerik şu an üzerinde çalıştığı şiir dosyasında da bu konular üzerinde yoğunlaşmış. Gündelik hayatın normallerine dönüşen savaşlar; artık normal karşılar olduğumuz çelişkiler, tezatlar üzerine bizleri düşünmeye ve tekrar hissetmeye yönelten şiirler yazmış Ali Şerik. Kitabın adını da ‘off the record’ fısıldadı. Şu anda kitap ve şiirler üzerinde çalışıyor ve son düzeltmeleri yapıyor. Sanıyorum en kısa zamanda yeni kitabıyla tekrar buluşacak okuruyla. Ali Şerik’le sohbetimiz su gibi akıp gitti. Kalkmalıydık. Utrecht İstasyonunun iş çıkışı kalabalığı geçmişti, şimdi daha bir tenha, daha bir hoştu.

Tekrar buluşmak üzere ayrıldık Ali Şerik’le. Lahey’e giden tren sanki beni beklermiş gibi tehir yapmış ve on dakika once kalkmış olması gerekirken bir dakika sonra kalkacakmış. Trende sakin bir yer bulup oturdum. Aklımda sohbetimizden arda kalan diyaloglarla geçti yolculuk:

Ne zaman Hollandaca yazıyorsun, ne zaman Türkçe?

Özel bir seçim yok. Değişiyor. O gün hangi dil beni daha çok beslemişse, o dilde yazabiliyorum. Duygular ve düşünceler dünyası hangi dille yüreğime, beynime ulaşıyorsa, dizelerde o dille kalemden dökülüyor.

Kendi şiirlerini bir dilden diğerine çeviriyor musun?

Hayır. Kendi şiirini çevirmek daha zor olsa gerek, tekrar yazmak gibi. Tekrar yazıldığında yeni şiir doğuyor, bir çevirmenden daha özgürsün. Ben şiirleri yazdığım dil içinde bırakıyorum.

Etkilendiğin ya da beğendiğin (Türk veya Hollandalı ) şairler kimler?

İsim vermekte zorlanıyorum. Etkilendiğim ve beğendiğim şairler ve şiirler çok. Herkes kendisine yakın olan şairi aramalı ve bulmalı, benliğine ve kalbine neden hitap ettiğini araştırmalı, bakın o zaman sevdiğiniz ve değer verdiğiniz şairler arasında mutlak benimde sevdiğim şairleri bulacaksınız. Örneğin kim sevmez Orhan Veli’yi, Nazım’ı, Can Yücel’i, Enver Gökçe’yi, Ahmet Arif’i, Ataol Behramoğlu’nu, Hasan Hüseyin’i, Gerrit Komrij’i Rutger Kopland’ı, J. Bernlef, Remco Campert’ı saymakla bitmiyor aslında.

Başlangıçta kitaplara ulaşmak, edebiyat üzerinde sohbet edebileceğin dostları bulmak kolay olmasa gerek. Hollanda’da edebiyat ihtiyacını başlangıçta nasıl karşılıyordun? Seni Hollanda’da neler besledi ve şiir ve edebiyattan kopmadın?

Bir zamanlar kitaplara Cumhuriyet Kitap Kulübü aracılığı ile kitaplara ulaştım. Şimdi tatile gittiğimde bavulumun en az yarısı kitap dolu. Ve dergiler ulaşıyor elime. Şiir tartışmalarını özlüyorum, Hollanda’da düzenlenen, azda olsa, edebiyat etkinliklerin hepsine katılama imkânım yok. Bunun için tüm boş zamanı, yorgunluk o gün bedenimi kemirip bitirmediyse, edebiyatla uğraşıyorum. Hayat beni öyle besliyor ki şiir yazmadan edemiyorum. Aslında şiir, düşünen bir insan olarak var olmamı sağlıyor. Anayoldan ayrılıp ara sokaklara girmemi teşvik etmekte.

Edebiyat dışında bir alanda çalışıyorsun. Günlük hayatında şiirin yeri ne? İş arkadaşların senin şairliğine nasıl bakıyor mesela?

Günlük hayatımda şiir beni ayakta tutan, beni yaşamaya zorlayan en önemli yaşam kaynağı. Sanki şiirle nefes alıyorum. Abartmıyorum. Düşünmeyi ve sağduyulu olmayı şiir sayesinde unutmadım. İkimiz birbirimize omuz vermiş, dolaşıyoruz bu ülkede, her zorluğa omuz verircesine. Karım gibi özlemlerime, acılarıma, kederlerime sahip çıkıyor.

Edebiyat bu gün bizim insanların hayatlarında bir ihtiyaç olarak uzaklaştı, bundan dolayı sohbet ve tartışma imkânlarını yaşadığım çevrede yakalama olasılığı sıfır denecek kadar az.

Çevremde kimse şiirlerime ilgilenmiyor, belki böylesi daha iyi.

Köşe yazılarında hangi konuları işliyordun? çevrende ve iş arkadaşlarından nasıl tepkiler alıyordun? Yazdıkların üzerinde seninle konuşmak ya da tartışmak isteyen oluyor muydu?

En güzel tepkiyi oğlumdan aldım, daha doğrusu öğretmeninden. O zaman oğlum ortaokul son sınıftaydı. Kaldığım kente genç bir delikanlı, güpegündüz çarşının merkezinde cinayet kurbanı oldu. Genç yaşta gözlerini yumdu hayata. Makalemde bu konuyu işlemiştim. Ortaokuldaki öğretmen derse başlamadan önce makaleyi okuyup, bu vahim olayı, sohbet havasında çocuklarla işlemiş.
Köşe yazılarımda genelde insanların güncel yaşamlarını ve kente yaşanan sosyal, kültürel ve siyasal çarpıklıkları işliyordum.

Hollandaca şiir kitabı hazırlıkları var mı?

Evet, fakat ne zaman biter bilmiyorum.

KunstVaarroute. 2009

Kunstwerk: Anneke Schollaardt

Het gedicht “Verberg mij” is gemaakt op het kunstwerk van Anneke Schollaardt

Verberg mij

De pijn zit verborgen in de huid
De muren van het veranderen storten in
Met jou op reis zonder terugkeer
om al mijn gevoelens te ontdekken
hoe tragisch en mooi het landschap ook mag zijn

Verzamel als een blad de tijd van het water
Uit het lichaam van het verlangen
valt de hemel neer op je naakte schouder
open langzaam het verschil van schoonheid

Omarm de littekens, de wonden van de tijd
ben ik zo anders, zonder kleren
Gebruik de tranen van de ziel
raak je vingers, je lippen, je borst
proef het zout van het zweet

Raak elke dag opnieuw het water.
hoor, mijn stem druppelt op je huid
verlaat de boot die mij achter laat
de rivier spoelt haar dode bladeren weg

Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de verzamenbundel van Vereniging Taalpodium. 2011

Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de verzamenbundel van Vereniging Taalpodium.

VOOR DE DEUR

Heimwee stond voor de deur
vroeg of ik terug wilde keren
Ik pakte mijn regenjas
ging de straat op
trok de deur achter me dicht
Mijn vrouw vroeg nog
hoe laat ik terug zou komen
Ik wist niet of ik terug wilde
wacht niet op mij, zei ik

Ik liep zonder slapen
over illusies, over hoop
at eenzaamheid, dronk vredigheid
keek in mijn handen
die met zoveel vrouwen hadden gevreeën
Toen ik daar aankwam
trok heimwee zich terug
in de bergen
in de kardoens
in de kleinbladige olijfwilg
Bij een huis klopte ik aan
mijn vrouw deed open
ze herkende mij niet
ze vroeg naar wie ik op zoek was
Ik zoek mijzelf, zei ik
ik die ooit weggegaan was
Haar man omarmde haar van achteren
trok haar weer naar binnen

Ali Şerik schreef wekelijks gedichten voor de Nationaleboekenblog, Maart 2012 tot augustus 2013.

Ali Şerik schreef wekelijks gedichten voor de Nationaleboekenblog, Maart 2012 tot augustus 2013

Enkele gedichten van Ali Şerik die op de Nationaleboekenblog zijn verschenen.

Het recept voor een gedicht

Men neme als eerste een dichter
dichters zijn hiervoor uitermate geschikt
het maakt niet uit op welk land je ze kweekt
op welke berg je ze plukt
of ze watervrees hebben
bang zijn op reis te gaan
Daarna neem je een pen, potlood, krijt
zelfs een kwast met inkt is bruikbaar
men kan ook uitstekend uit de voeten
met een simpel toetsenbord
Nu houd je de dichter goed vast
schudt hem stevig heen en weer
doopt hem in de bloem van ironie en sarcasme
laat hem een schim van het heelal zien
doet een paar korrels zout op zijn ene schouder
op de andere wat kruiden van menselijke geschiedenis
Daarna zet je de dichter op een stoel
tegen de tafel aangedrukt
doe je de kamer goed op slot
niets van hem mag deze ruimte verlaten
Ga zelf naar buiten bekijk de wereld
er is zo veel te zien, zo veel moois
Keer na een paar uur terug
doe de deur open, vraag naar het gedicht
hij zal het je overhandigen
en in de ogen van de dichter
zul je je tranen zien

De verzamelaar

Ik verzamel oude onbruikbare ideeën
benieuwd hoe ze tot stand kwamen
hoe ze zich ontwikkelden tot illusies
een uitweg zochten door gebarricadeerde fronten
hoe ze zich creëerden door merg en been
als het licht in het universum, als het getal nul
als het ontstaan van het geduld

Ik sprokkel ideeën die niemand meer wil
die geen toepassing hebben in algebra
geen nut in scheikunde of filosofie
geen enkele waarden hebben voor gisteren
zeker niet voor dat morgen waar de klok naar toe loopt
deze ideeën zijn als schroeilucht na een brand
ik verzamel ze, zoals anderen dode zielen verzamelen

Zoals anderen weggespoelde sporen, verbrande heksen
verdwenen steden, verzonken boten, gestolen schilderijen zoeken
zoek ik hun tekortkomingen, kijk hoe levendig ze waren
pluis hun eenzaamheid uiteen, hun bedaardheid, hun wanhoop
de handen die ze missen, de bochel, hun dofheid vergroot ik uit
ik stop ze in de kist van mijn grootmoeder en luister
naar hun zwaarmoedige geschreeuw, naar hun tere gezang

Zo heb ik al oude onbruikbare ideeën van koningen
van keizers, landheren, bevelhebbers, managers
meestal zijn het door lichte windvlagen overbruisende oplossingen
waarin eigen belang, gekreukte en verkleumde gedachten
zich voor de spiegel uitkleden om zichzelf te bevredigen
ik heb ook oude onbruikbare ideeën van eenvoudige mannen en vrouwen
meestal dienen die om in hun ellende een uitweg te vinden die simpelweg niet bestaat

Laat de waarheid door iemand anders vertellen

Een kinderhand is gauw gevuld
Laat de dag van gisteren door iemand anders vertellen
hij is een rivier zonder oevers om zich aan vast te houden
Laat het zeggen door andere mannen en vrouwen
in steden en parken die ik niet ken
Alsof het hun geschiedenis is en niet het mijne
Laat de verhalen die naar de zee lopen
door anderen uitspreken

Wat heerlijk, het regent
ik wil er doorheen rennen
zonder dat iemand het ziet
Zodat niemand
op de gedachte komt
dat ik in de regen ren

Laat de schaduw door iemand anders meedelen
liefst door iemand die ik nooit zal ontmoeten
met verbazing zal ik op afstand naar hem luisteren
Met een brok in mijn keel, met een onhoorbare vraag
hoe barbaars dingen kunnen zijn
Ik zal de waarheid niet herkennen als mijn verleden
in een onopvallende rij
tijdens de dodenherdenking zal ik zwijgen

Bir şair bir kitap. Şair: Ali Şerik. Yazan: Ahmet Sefa .2012

Ahmet Sefa

BİR ŞAİR BİR KİTAP
ŞAİR: ALİ ŞERİK
KİTAP: YALAN KUYUSU

Yazan: Ahmet Sefa

Hollanda’da yaşayan, duyarlı, üretken, işçi şairlerden ALİ ŞERİK.
Ne güzel. Üretmek, üretkenlik…
Yazanın ürettiğini okuyucuya, piyasaya sunması… O kendine güven, zamanı geldiğinde demirin tavında dövülmesi…
O heyecan, o coşku… İlgi beklemek, ilgi görmek…
Hamilelik sancısı gibidir, sancının doğumla biten hazzı… Çocuk… Çocuk sevgisi, ilgisi gibi… Yeni başlayan, yenilenen yaşam…
Ali Şerik, bu heyecanı, hazzı defalarca yaşayan bir şairimiz… Hollandaca kitaplarının yanısıra üç de Türkçe kitabı olan bir şairimiz…
Benim de geç okuduğum şairlerimizden. İki kitabını satın almıştım imzalı olarak. YALAN KUYUSU kitabını okuduğumda, nasıl kendime haksızlık yapmışım diye kızdım! Hemen okuyanı kendine çeken şiirlerini geç okuyarak, o güzelim şiirlerinin tadını niye geç tatmıştım!
Kısa şiirleri yanında uzun soluklu şiirlerin usta örneklerini gördüğümde sevindim, bir solukta da bitirdim kitabını.
Uzatmadan örneklere geçivereyim…
…..
Anılarına çokça dalar YALAN KUYUSU kitabında şair. Hangimiz dalmayız ki?
Bu dalmaları da öyle içten betimler ki…

PARK

Çocukluğumu kıran parka gizlendim
İşte burada karşılandım hayatın acımasız cinsiyetiyle
Kartal kanatlı yetimlik duygusu
Ocakları sönmüş evler doldururdu gece saatinde burayı
bir de gözü kanlı delikanlıların kavgaları
Buraya haftalardır tıraş olmayan sarhoşlar
dünyalarından kaçıp gelirlerdi
ve baygın gözlerle nasıl da sarılırlardı
ördek yürüyüşlü orospuların kalçalarına
Unutulur mu bayrak ve balon satıcıları

Şimdi gözlerim böylesi parklarda ıslanır
Burada ellerim kenetlenir boğazına
bir uçurtma gibi ağacın dalına
takılıp kalan çocuk seslerini duydukça
…..
İşçidir Ali. Sınıfının ruhunu yansıtır sık sık…

KEDİ

Kedi miyavlıyor sigara molasında
İşçiler yorgunluklarını yakıyorlar sigara dumanında
Mart kedisi gibi dolaşıyor iş kazası
İşçiler oltalarını atıyorlar
yarın ola hayır olaya
Kedi miyavlıyor, tulumun içinde çok dişli işsiz kalma korkusu

Kim örebilir işçilerin korkusundan grevi
Kedi miyavlıyor ekmek kutusundaki kırıntılar için
İşçiler tezgahın üstünde asılı suskunluklarını yontarlar
…..
Bir şairin geceyarısını anlatır Ali Şerik…

GECE YARISI

Kanarak hayatın coşkusuna
İçti bardağın içindeki gökyüzünü
Dudağı dokunduğunda kelimelerin meme ucuna
şehvetli bir arzu girer damarlarına
…..
Siyasete on iki yaşında girmiş, ortaokulda. Aslında öğrenme, merak, bilinçlenmedir siyasete bulaşması şairin…

BAYKUŞ


Düşmanlarım vardı on iki yaşında
Düşlerim bile her an saldırıya hazır
korku dolu gözlerle seyrettiğim silüetler

O günlerde bulaştım siyasete böyle
…..
Ne güzel anlatmış günümüzü, uzun bir şiirinin son dizelerinde…

MURAT

Cilalanarak geldi yeni pozlarla özgürlük
soyunduğunda mumyalanmıştı demokrasi
Kendisini unutmaya hazır
kendisini satmaya elverişli cemaat
Sümüklü böcekler inmiyor
içi dışı camide namaz kılan cemaatin sarhoş kokusu
…..
Dünyayı tanrıya, paraya, sermayeye bırakan afyonlanmışlara da sözü vardır Ali’nin:

BARDAK

Yolunu yitirmiş enkaz kazıyıcıları
dağlara yurt diye seslenen yıldızlar
Her attığım adımda, her döndüğüm kavşakta
yolumu keser dünyayı tanrıya bırakanlar
…..
SORULAR şiirinin son dizeleriyle bitireyim:

Zaman kendi ömrünü sayar mı
Yitirmekten korktuğumuz özgürlüğümüzü neden
Neden yağmalatırız neden
…..
OKU… OKUT…
BROY YAYINEVİNDEN… 64 sayfa…

Kendileri yurt dışında, dilleri yurt içinde. Yazan Nihat Kemal Ateş. 2012

Nihat Kemal Ateş

Kendileri Yurt Dışında
Dilleri Yurt İçinde
(Şairler dizini-Brüksel )
Yazan: Nihat Kemal Ateş (Brüksel)

Ali Şerik

Küçük yaşlarda gurbetin acı tadını yüreğinde hisseden, yaşamın imbiğinde damıta damıta bal devşiren derviş. Hollanda’da kendi köklerini yani Anadolu’yu anlatan, Türkiye’de ise o ağacın dallarını, Hollanda’yı aktaran rafine bir insan, bir şair.
Hollanda ve Türkiye’de gel-gitleri yaşarken sevinci ve kederi yanıbaşında taşıyıp duyumsayan.Bütün toplumsal oluşumların hangi tarihsel koşullarda olgunlaştığını merak eden, araştıran, sorgulayan, çözüm üretmeye çalışan bir halk bilgesi… “Nereye gidecek dünya biz sustukça” diyebilen…
Toplumsal mutluluğu, bireysel mutluluktan önde tutan, paylaşımcı. Bir toplum, mutlu olabiliyorsa, gülmek o zaman yakışır bize diyebilen halk adamı; Ali Şerik. Tarihi öne çıkaran, ön planda tutan, kendinden söz etmeyi sevmeyen…Yanlışlıklardan dersler çıkaran kendini bileyen. Umudunu insandan yana kullanan;”Hiçbir sığınak kalmadı insandan başka” diyebilme erdeminde olan şair.
Heybesinde; çiçekler, kuşlar, sokaklar, evini ve dostlarını hiç öykünmeden taşıyabilen bir yürek işçisi…Yurtsuzluğu yurt edinebilen bir dünya insanı…

Yorgun Sular

Kuşların ve çiçeklerin adlarını teker teker unutturan
Artık kesik bacağı taşıyan bir vücut gibi büyüyor
Kent ve hasta kalbim
Dolaşmak istiyor ağustos ortasında bozkırda savrulan kuru ot gibi
Betona,taşa, asfalta, hapis ediyorum duygularımın yeşilliğini
Kurtulmak sanki mümkün değil, bu gelişen cilt yarasından
Büyüyen bir dünyada küçülen sevgime
Kına yakıyorum, zehirliyorum her akşam vakti
Gözlerime damlayan zamanaşımını
Cep telefonlarıyla ziyaret ediyorum
Hastaların ziyaretçi bekliyen acılarını
Adlarını ayıklayamıyorum patikaların
Vazgeçiyorum koşmaktan, uzaklaşan dostlukları
Kuru bir gül gibi asıyorum güneşin altına
Her sabah unutulmak üzere olan
Yaşanmamış bir gün intihar eder etimde
Kuşların gri kanatlarının altında
Çiçekler kırmızı rengini yitirir öfkemin karamsarlığında
Çoğalan yalnızlığım, tespih ipini koparır kardeşliğin
Unutmak için meydanlarda haykıran sessizliği
Hayvanat bahçesindeki hayvanları salarım
Kentin içine, ölümlerinden kaçsınlar diye, benden önce
Günlerdir yürüyorum hiçbir yere varmamak için
Uçuruma yuvarlanan bir yolcu aracın sürücüsüyüm sanki
Acılar içinde bakıyorum damarımdan damlayana
Orman yangınının ilk kıvılcımlarını sarmış
Arkadaşlığın külleşen duygularını şu an
Söylenecek hiçbir anlamlı sözcük yok
Olmaz da zaten, artık hep kendim için konuşuyorum
Yakılacak hesaplarım var, duvak duvak tutuşturmak istiyorum
Elbisemin içinde unutulan bedenimin zaman
Duygularım sanki dağdan yuvarlanan koca bir kaya
Aşındırıyor kemiklerimi. Köle olduğumu
Düşünmeye çalışıyorum, emeğinden ve böbreğinden başka
Pazarlayacak hiçbirşeyi olmayan
Fakat emeğin rengini unuttum, kokususnu da, tadını da
İçimdeki işçiliğin tasasını da, öfkesini de
Göle, yüzme blmeyen biri gibi atıyorum kendimi
Yatağın üstüne, bitkinim.Boğulurum diye bir irkilme
Yorganın altında nefes almak için çırpınmaktayım
Avucumun içinde pelte gibi gökyüzü
Vücudumu sıtmalara bırakan, katılaşan, yoğunlaşan
Geri dönmek için kırar grevlerdeki halay zincirini
Gün hasret, kanadını açan kuşların kente yapacağı

Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de verzamenbundel van Vereniging Taalpodium. 2013

Gedicht van Ali Şerik is opgenomen in de Verzamelbundel van vereniging Taalpodium.

WIJ KREGEN EEN GEIT CADEAU

Wij kregen een geit cadeau
wat moeten wij met een geit dacht ik
een lelijk beest met een sik
om te grazen lieten wij haar in de tuin
eerst at ze het gras op, daarna de schuur, de schutting
waar is het mes, schreeuwde ik
wij moeten dat beest slachten
maak je geen zorgen zei mijn vrouw
het is maar een mager geitje
toen at het beest de voorgevel van het huis
waar is het mes, schreeuwde ik nogmaals
het is tegen de wet, zei mijn vrouw
om een geit te slachten in je huis
het dak van het huis was intussen verdwenen
wij moeten aan de wet gehoorzamen
zei mijn vrouw terwijl ze toekeek
hoe haar garderobe verdween in de bek van het monster
ik werd wanhopig, belde enkele vrienden
ook zij hadden een geit cadeau gekregen
het is ons lot zeiden de stemmen aan de andere kant
mijn hele huis was verdwenen in dat monster
nu loopt dat beest naar mijn auto
laat het beest met rust, zei mijn vrouw
wat hebben wij aan een auto
als wij geen huis meer hebben
toen liep de geit naar mijn vrouw
ze schreeuwde van angst om hulp
op de grond lag alleen nog het mes