Şiirde tarihin izleri. Söyleşen: İLAT YENİDOĞAN. 2007

Şiirde tarihin izleri

Söyleşen: İLAT YENİDOĞAN

Eski Broy dergisi

İlat Yenidoğan: Şiir ortamına ilk yapıtınız Yalan Kuyusu’yla* güçlü bir katılımı örneklediniz. Daha ilk şiirlerinizdeki şu dizeler etkileyiciydi: Zamanı geldiğinde yaşlılık ses çıkartamadan / dağılacak kentin son sokaklarında ( s. 7, Korku). Hemen ardından, şiirinizin itici gücünü vurgulayan bir son dize: Ve hep peşimizde olacak tarih. Yaşamınızda ve genel olarak, insan yaşamında tarih bu kadar belirgin mi?

Ali Şerik: Kendi yaşamıma baktığımda tarih sürekli bir gölge gibi peşimden koştu. Bunu daha geniş açıklamak için biraz kendimden söz etmem gerekecek… Yedi yaşındayken bir işçi ailesi çocuğu olarak Hollanda’ya geldim. Çocuk yaşta gurbetin acı tadı damağıma bulaştı. O yaşta çevremdekilere, doğduğum toprakları öğrendiğim yeni dilde anlatmak zorunda kaldım. Altı yıl sonra 1975’te dört yıllığına geri döndüm memlekete. Bu sefer de Hollanda’yı anlattım meraklı insanlara. 1979’dan itibaren hiç ayrılmadım Hollanda’dan. Bu git gel arasında iki ayrı dünya insanlarının sevinç ve kederlerine genç yaşta ortak oldum; onları anlamaya çalıştım. Hep merak ettim, hangi tarihsel koşullar altında toplumların oluştuğunu.
Bugün Avrupalı gençlerin, bunun içinde Avrupa’da yaşayan Türkiyeli gençler de var, tarih bilgileri büyük bir erozyona uğramıştır. Yalnız şu anın plan ve projelerini yaşamaktalar. İkinci Dünya Savaşı’nın ne zaman başlayıp bittiğini bilenlerin sayıları sürekli azalmakta. Ülkesinin geçmişini bilmeyen gençlik daha tez ırkçı ve yabancı düşmanlığına sarılıyor. Hollanda’da çok kültürlü bir toplum yaratmanın yolları tıkanmış, tüm devlet kurumları ve medya tek tip Batı insanını yaratmanın peşinde. Dünyanın neresinde olursak olalım, tarihini eksik veya yanlış öğrenenler, zamanı geldiğinde bunun bedelini ödemek zorunda kalacaklar. İnsan kendisinin ve ülkesinin tarihini, hatta dünyanın tarihini bilmediği an attığı her adım eksik ve yarım kalacaktır.

İlat Yenidoğan: Çok sıcak, içten ve yalın söyleyişler buluyorum sık sık… Bakarken yurdum unutulan sokaklarına / bir kahve fincanın içinde, sığındım eski bir dosta( s.12, Tohum) dizesinde yurt özlemini ve yurdun yadırganışını dile getiriyorsunuz. Yurtseverlik ve ulusallık olgusunu çok tartışıldığı şu sıralarda bu dizenin sizdeki fışkırmasını anlatır mısınız?

Ali Şerik: Ben aslında yurtsuz bir insanim, ömrümün büyük bölümünü Hollanda’da geçirdim. Öyle görünüyor ki buna daha nice yıllar eklenecek. Yaşadığım toplumdaki kimi insanların bana hep, “Yurdumda ne işin var, ülkene artık geri dön!” dercesine baktıklarını gördüm. Tatilde doğduğum topraklara geldiğimde beni bir Almancı olarak değerlendirildim; nedense Türkiye’de de yabancıyım. Her insan doğduğu, yetiştiği, yaşlandığı topraklara vatanım, yurdum deme hakkına sahip. Çağdaş insanın sınırları zaman ilerledikçe azalmakta… Dünyaya bakan gözler arasında binlerce kilometre olmasına rağmen, aynı dünya sorunları çıkıyor karşımıza, gittikçe aynı düşünce ve duyguları paylaşıyoruz. Bazen kendi kendime soruyorum: Yurtsuz insan toprağa nasıl sahip çıkar?.. Bana gelince: İçimde Anadolu’ya hep derin özlem taşıdım.

İlat Yenidoğan: Pek çok kez, aynı dizede bireyselliği olduğu kadar toplumsal çıkmazı da vurguluyorsunuz: Hangi soruya cevap bulabilirim ki / cevaplar sarılmışken susmaya (s. 15, Oda) örneğinde olduğu gibi… Yine şu dizeler, Yalan Kuyusu’ndaki yüzlerce benzeri arasından aynı örtüşmeyi yansıttığı düşüncesiyle seçtiklerim.Yeleğimin içinde her gün biri intihar eder (s. 17, Zaman)…, Kim örebilir işçilerin korkusundan grevi (s. 20, Kedi)…, Kar resim gibi titremeden durur / bulutun ve şarkının arasında (s. 22, Cevap)…, Sabaha karşı / dünya kendi eşkıyalığı ile uyandı / Bir horoz öttü sabahtan önce karakolun önünde (s. 30, Günlerde)…, Okunmadan yakılacak mektupları kim yazar (s. 36, Mektup)…, Şimdi hangi kelimelerle ve nasıl öpmeliyim konuşan insanı / dudaklarımı yakmadan (s. 50, Kelime İşçisi)…, Ve unutmak ufak adımlarıyla takılır peşimize (s. 56, Unutmak)… Soru şu: Bireyin açmazları toplumsal olanla aynı sarmalda mı yer alır hep?

Ali Şerik: Bireyin kendi kabuğuna çekilip tüm sorunlarını çözeceğine inanmıyorum. Birey kendi mücadelesini verdiği sırada toplumsal mücadelede oluşan zincire de katılmalı, başka insanlarla el tutuşmalı. Önümüzdeki engellerin, açmazların, nerede olursak olalım, görüyoruz ki birbiriyle organik bağ var. Önemli olan bu organik bağın gücünü, onu doğuran koşulları ve engelleri saptamak. Hollanda işçi sınıfı ile Türkiye işçi sınıfı arasında birçok organik bağ var. Bir örnek: Küresel ısınma toplumda herkesin kapısını çalan bireysel sorun olmuştur. Gözlerimizi ve kulaklarımızı tıkarsak, sorunlarımızı sırf bugün için çözmeyi düşünür de yarınları umursamazsak geçici bireysel çözüm belki mümkün olabilir. Fakat bireyin kalıcı mutluluğu insanın yanı başkasının ve de herkesin mutluluğundan geçer. Huzur içinde yaşamamız ancak etrafımızdaki insanlar huzur içinde yaşadığında gerçekleşir… Birey, sorunlarını çözebilmek için uçurumları aşarak tek basına tek başına en büyük dağın doruğuna tırmanabilir, ama aşağıya indiğinde hiçbir şeyin değişmediğini görmekten daha acı ne vardır?

İlat Yenidoğan: İkinci kitabınızda** şiirsel gövdenin içerik ve biçim yönünde genişlemesini izliyoruz. Bu arada Seyyit Nezir, Sevdanın Yırtılan Yeri kitabınızı değerlendirirken “yanlışından kaçmayan şair” diyor sizin için… Bu niteleme hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Ali Şerik: Aslında hakkımda konuşmayı pek sevmen, bunu başkalarına bırakmayı yeğlerim. Ama özeleştirilerden de kaçmam. Her geçen gün yeni şeyleri öğrenmeye özen gösteririm, tabii işçiliğim ve sıkıntılarım buna izin verirse. Hayatımda herkes gibi yanlışlıklarım da oldu, yaptıklarıma gülüp geçmedim, gizlemedim de. Bu yanlışlıkları hep yanımda taşıdım, sürekli onlardan bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Şu kanıya vardım: Yalnızca doğruları yaptığını sananlar ve bir de onları alkışlayanlar varsa, bir gün alkışların büyüsüne kapılıp doğrunun yolunda engel olup çıkarlar… Dünyaya bakan penceremi sürekli açık tuttum, ama ne zaman kapatmak gerektiğini de öğrendim. Fırtına koptuğunda pencereyi ara sıra açık tutmanın da gerektiğini, hatta güneşli bir havada kısa bir süre için kapatmanın bir sakıncası olmadığını öğrendim. İnsan ancak son nefesinde verdikten sonra hatalarından kurtulur… Buna karşın yeni yanlışlıklarımı engellemeye çalışmaktayım, sokakta koşan bir çocuk gibi.

İlat Yenidoğan: Şairin işi imge avcılığıdır, okuyucuysa dize avlar. Altını çizdiğim dizelerden birkaçını daha anımsatarak dize işçiliğine gelmek istiyorum. Kendi öfkem çıktın karşıma, aklın gömüldüğü toprağı çapaladı (s. 27, Aynı Sevincin Çayı İçilir)…, Sana hiçbir türkü söylemedi mutsuzluğum (s. 65, Kalkmaz Ara Sokaktan)…, çürüyerek beden hiçbir hatıra geride yalnızlık çekmeyecek (s. 82, Yeryüzü Güzelliklere Hazır)…, Bir imgeyi yakaladıktan sonra mı şiiri kuruyorsunuz, şiire çalışıyorken önünüze çıkan imgeyle mi yöneltiyorsunuz.

Ali Şerik: İmgeyi yakaladıktan sonra şiiri kuruyorum. İlk imge, şiirin yolunu ve kaderini belirler. Hangi duraklara, yolculuklara, acılara, hüzünlere uğrayacağını bilir. Sonra önüme başka imgeler çıkar, ilk kez dizginlenen bir at gibi. Bir terzi gibi biçip ölçerim, kesip kısaltırım, yeniden kesip uzatırım şiirin kollarını. Bir Bakmışsın olmamış, yeniden sökersin dikişleri. İlk imge binanın temeli gibi çatının ağırlığını ve genişliğini bilir. İmge avcılığına çıktığımda sırt çantamı çiçeklerle, kuşlarla, sokağımla, evimle, sevdiklerimle hatta sevmediklerimle doldururum. Silahım kimi zaman sevdadır, özlemdir; kimi zaman da acıdır kederdir.

İlat Yenidoğan: Günümüzde görsellik her türlü iletişim için vazgeçilmez oldu. Siz de şiirinize görsel olanaklarla destekleme gereksinimini duymuş olmalısınız. Nitekim Gülağa Kazankaya’nın fotoğraflarıyla birlikte okura sunulan Mutluluğun Gülümsemesi*** üçüncü Türkçe şiir kitabınız oldu, okurla buluştu. Şiirsel imgenin, şiir sözdiziminin görsel dayanışmaya gereksinmesi var mı? Yoksa bu aynı zamanda bir karşıçıkış mı? Uzaktan uzağa, Nazım’ın sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin dizlerine de gönderme var gibi… Peki niye fotoğraf?

Ali Şerik: Önce fotoğraflar vardı sonra onlardan esinlenerek şiirler döküldü kâğıda. Fotoğraflar olmasaydı Mutluluğun Gülümsemesi yazılmayacaktı. Şiiri yazmakta bir tıkanıklık anlamında değil, şiirin görsel dayanışmaya aslında ihtiyacı yok. Bu bir sanatsal deneme girişimi. Değişik sanat dallarının birleşimlerini de bir zenginlik olarak görüyorum. Burada Gülağa Kazankaya’nın yakaladığı görüntüleri kendi dünyama özümseyerek bende yarattığı imgelerle yeniden canlandırdım. Her fotoğraf, yaşamımda kesitler gibi bir bir kendileri için yer buldu.Fotoğrafa baktıkça beni anlatan, dünyamı canlandıran resimler olduğunu anladım. O cansız görüntüler şiirde yeniden canlandılar. Fotoğrafları şiir kitabında yer almasaydı, sanırım okura fotoğrafla şiirin evliliğini somut olarak gösteremezdim. Şiirler fotoğrafın karşısında sorgulanamazdı. Fotoğrafla olan çalışma başta kendi sınırlarımı da genişletmek için güzel bir deneyim oldu.
Başarılı olup olmadığıma şiir severler karar vermeli.


İlat Yenidoğan: Herhangi bir güne ilişkin izlemler, zaman ve yaşam kırıntıları yer alıyor kitaba adını veren şiirde: dinlenir yeleğinde birinin tebessümü / karbon kağıdı ufacık öfkesini bırakır süngerin üstüne (s. 9, Mutluluğun Gülümsemesi) Ne diyorsunuz, sözcüklerle resim çizme çabası mı? Çocukluğumdaki arkadaşları tanımadım, gözlerinde yüzümü görünce (s. 11, Adları Eskisinden Daha İnce)…, Tatil ve hafta sonunda gizlice o manzaraları çıkartırdım ceketimin iç cebinden ( s. 25, Öfke de Bir Gün Göçer)…, Yitirme korkusuyla omurgamı asıyorum hücrenin tavanına (s. 93, Telörgünün Ortasında) vb yüzlerce dizenin hep tek satıra sığmayan uzunluğu her dizede bir resim tamamlama çabasının mı bir sonucu?

Ali Şerik: Bu uzun dizeler aslında resmi tamamlama çabası değil, bu uzun dizeler kendimi tamamlama çabası. Sokakta yürürsünüz ve tanımadık bir yerden gelen nefis koku sizi alıp götürür unutulan zamanlarda yenilen mükemmel bir yemeğin anısına. Ya da küçük bir oyuncak görürsünüz, çocukken öylesi bir oyuncakla oynadığınızı anımsarsınız ve birkaç saniyeliğine geri dönersiniz o güzel günlere.
Fotoğraflara baktıkça çocukluk arkadaşlarımı hatırladım, artık hiçbirini tanımıyorum. Ya da dere kenarında çay kaynatmalarımızı, belki o dere çoktan kuruyup gitti. Böylece daha pek çok örneği sıralayabilirim, ama buna gerek yok sanırım. Her okur kendisini arasın şiirlerin ve fotoğrafların içinde… Fotoğraflar benim dünyamdaki gökkuşağını, bulutları, eziklikleri, yoksullukları, yalnızlıkları tekrar uyandırdı. Dünyamdan çıkıp şiirleri yazmaya çalıştım, çünkü şiir yazıldıkça kendimi buldum dizelerin içinde. Şiirler yazıldıkça beni terk ettiler.
İlat Yenidoğan: Sonuçta şöyle bir yargıya varabilir miyiz?: Şiiriniz Türkiye’deki sıcak şiir tartışmalarının dışında duruyor, ama onlardan büsbütün kopuk da değil. Bir tür teğet çiziyor. Bu sonucun yaşamınızla bağlantılı olduğunu da söylenebilir mi?

Ali Şerik: Bu sonucun elbette yaşamımla bağlantısı var. Hollanda’da yaşıyor orada çalışıyorum. Buradaki politik gündem Türkiye’dekinden farklı: yabancı düşmanlığı, ırkçılık, asimilasyon, kaybolan sosyal haklar… Türkiye’deki tartışmaları yakından izleme olanağına her zaman sahip değilim. Aynı zaman Hollandaca şiir kitaplarım da var. Buna karşın ekmek kavgası zamanımın çoğunu süpürüp götürmekte. Şu an şiir tartışmalarının dışındayım; ama tartışmaları izlemiyorum anlamına da gelmez bu.
Hollanda’da yapılması gereken ilk iş, şiir tartışmasını bir an önce başlatmak, yaşatmak, can vermek olmalı. Bugün Hollanda’da şiir konuşulmadan, tartışmadan yazılmakta, şiir kitapları basılmakta. Bir eleştirmenimiz bile yok.

* Yalan Kuyusu, Ali Şerik, Broy Yayınları, Mart 2005
** Sevdamın Yırtılan Yeri, Ali Şerik, Broy Yayınları Mayıs 2006
*** Mutluluğun Gülümsemesi, Ali Şerik, Broy Yayınları 2007